1880’de İstanbul’da sıradan bir
memurun oğlu olarak dünyaya gelen İsmail Enver için, yaşadığı dönemden bugüne kadar pek çok yorum yapılmış, her yönüyle inceden inceye işlenmiştir. “Enver Paşa” adlı eseriyle bu konuda inceleme yapan Şevket Süreyya Aydemir, Enver
Paşa’yı 1908-1914 arası döneme bakarak “1908’in Hürriyet Kahramanı Binbaşı Enver Bey, işte bu kısa devrede Enver Paşa, daha doğrusu imparatorluğun tek söz sahibi olan, genç, inançlı, muhteris, daha doğrusu hem kaderci hem de kaderini yaratan adam olarak sahnededir.” tanımlar.
1908’de Genç Türkler İhtilali ile
yıldızı parlayan Enver’in hızlı yükselişi 1913’te Yarbayken yine aynı senenin
sonlarında Albaylığa, 19 gün sonra 1 Ocak 1914’te Paşalığa yükselmesi ile
başlar. Kabineye Harbiye Nazırı olarak girer; Genelkurmay Başkanlığı’ndan bir
süre sonra da Başkumandan Vekilliği yetkilerini de elinde toplar. Naciye Sultanla
evlenip, saraya, Padişaha damat oluşu da bu safhaya rastlar. Enver Paşa kendini zirveye
ulaştıran basamakları yine kendi elleriyle döşemişti.
Enver Paşa’nın vatanseverliği ve bu
topraklara olan bağlılığı gerçektir. Bunun yanısıra hayal gücünün genişliği
ve gerçeklerle bu hayallerin zaman zaman birbirine karıştığı da inkar edilemez.
Hayallerini süsleyen İran, Hindistan, Turan ve Kafkasya’ya hakim olmak düşünceleri o günün şartlarında gerçek temeller oturmaz. Örneğin Cemal Paşa anılarında “Hakikati söylemek gerekirse, bu birinci Kanal Seferi yaptığımız zaman hiç kimse
bu Kanalın nasıl geçileceğini bilmiyordu...” der.
Halbuki Enver Paşa bu görevi, IV. Ordu
Kumandanlığı’nı, Cemal Paşa’ya teklif ettiğinde, Suriye’deki asayiş sağlama
ve Kanal Seferini her ikisi de inanarak imzalamışlardı. Bu sefer gerçekleştiğinde
ise Kanal Türk cesaretiyle dolmuştu.
Kanal’dan önce Sarıkamış’ta
yaşananlar ise tam bir felaketti. 90.000 askerden10.000’in sağ kalabildiği,
özellikle de donmaktan ve açlıktan kurtulabildiği bu sefer, sonuçları açısından
korkunçtu. Hayatında Alay kumandanlığı dahi yapmamış olan Enver Paşa tecrübeden
ziyade gençliğinin getirdiği coşkuyla kumanda edecekti ordusunu. Amaç 1878 Berlin
Antlaşması’nda kaybedilen toprakları geri almaktı ve başarılı olacağına
inanıyordu.
Enver Paşa Ordu Kumandanı Hasan İzzet
Paşa’nın hava şartları, soğuk, karın şiddeti gibi uyarılarına kulak asmaz ve
taarruz emri verir. III. Ordunun ölüm emridir bu.
Enver Paşa Sarıkamış’ta
“Hükümete” başlıklı bir vasiyet bırakır.
Hükümete
“Planım, Ruslara, hemen iki misli faik iki
Kolordu ile arkalarına düşerek ricata mecbur etmek ve bu suretle XI. Kolordu ve Süvari
Fırkasıyla takibolunan düşmanı karşılayıp, tamamıyla mahvetmekti. IX. Ve X.
Kolordu ve Süvari Fırkasını bekliyorum. Gelir de yetişirse, düşmanı bozacağım.
Fakat gelmeden düşman zayıflamış kıtaatımıza taarruz eder ve taarruzda muvaffak
olursa o vakit Ordu mahvolmuş demektir.
Şimdiye kadar asker ve zabitler hiç
kusursuz harbettiler. Her manevrayı yaptılar. Eğer Allah da yardım ederse,
muvaffakiyet katidir. Eğer muvaffak olmazsam, son neferimle beraber öleceğim. Bu halde
vasiyetim: Ben vazifemi yaptığımı sanıyorum ve öyle ölüyorum. Yaşasın dinim,
vatanım, Padişahım.
Eğer geride kalanlarıma yardım etmek
isterseniz, refikam Sultan Efendi hazretlerinin muhassısatı kafi değildir. Kendisinin
müreffehen yaşaması için hiç olmazsa, Başkumandanlık muhassısatımın kendi
muhassısatına zammı ve ebeveynimin temini refahı ile, rahmeti ilahiyeye mazhariyetim
için birkaç hayır yapılmasını rica eder ve tealisine çalışmaktan başka bir
maksat beslemediğim din ve milletimin tealisine dua eder, tanıyanlara selam ederim.
Yaşasın Müslümanlık ve Osmanlılık ve Osmanlıların Padişahı Sultan Mehmet
Han!”
Enver
“Servet namına bir şeyim yoktur. Mamafih
ne varsa, Refikam Sultan Efendi hazretlerine bırakıyorum.”
Enver
Sarıkamış felaketinden sonra orduya
katılıp görev almak için Sofya’dan gelen M. Kemal ile Enver arasında şu konuşma
geçer :
“Biraz sonra Enver Paşa ile karşı
karşıya bulunuyorduk. Enver Paşa, zayıf düşmüş, rengi solmuş bir haldeydi. Söze
ben başladım :
- Biraz yoruldunuz.
- Yok, o kadar değil.
- Ne oldu?
- Çarpıştık. O kadar...
- Şimdi vaziyet nedir?
- Çok iyidir!..
Enver’i daha fazla üzmek istemedim. Kendi
işime sözü getirdim :
- Teşekkür ederim. Numarası 19 olan bir tümene beni kumandan
tayin buyurmuşsunuz. Bu tümen nerdedir. Hangi kolordu ve ordunun emrinde bulunuyor?
- Ha, bunun için belki Genelkurmayla görüşürseniz daha kati
malumat alabilirsiniz.
- Pekiyi, o halde siz daha fazla rahatsız etmeyeyim. Genelkurmayla görüşürüm...”
Enver Paşa için söylenebileceklerin
başında onun duygusal ve aceleci kişiliği bulunur. Ama şu gerçeği de belirtmek
gerekir: Enver Paşa yetkili olduğu andan itibaren kimilerini de küstürerek bir çok
subayı emekliye ayırmış ve orduya genç ve dinamik bir ruh getirmiştir. Gerek siyasi
hesaplaşmalar nedeniyle, gerekse yeniden teşkilatlanma çalışmaları amacıyla
yapılan bu işlemde yaklaşık 2000 asker ordudan ayrılmıştı. Balkan harbinden yenik
çıkmış olan Ordu, tüm yetersizliklere karşın başarı ve inançla mücadele
etmiştir. Osmanlı Ordusu bütün bu şartlara rağmen tam 4 yıl 10 ayrı cephede aynı
güçle savaşı sürdürmüştür. Zaten bunun içindir ki yorumcular Enver Paşa’yı
Büyük Kumandan olarak değil, güçlü bir Ordu teşkilatçısı olarak
değerlendirirler.
1.Dünya Savaşı ardından, Almanya’nın yenilgisi ve
Osmanlı’yı Sevr Antlaşması’na sürükleyen çöküşün ardından Kasım 1918’de
Enver Paşa ülkeyi terk ediyordu. 1911 yılının 4 Ağustosu’na kadar yurt dışında
çalışmalarını sürdürdü. Ve son gün Orta Asya’nın Pamir eteklerinde Çegan
tepesinde vurularak öldürüldüğünde 42 yaşında yenik ve yalnız bir adamdı. |