Valideciğim,
Dört asker doğurmakla müftehir şanlı Türk annesi!
Nasihat-amiz mektubunu, Divrin Ovası gibi güzel, yeşillik bir ovacığın ortasından
geçen derenin kenarındaki armut ağacının sayesinde otururken aldım. Tabiatın
yeşillikleri içinde mest olmuş ruhumu bir kat daha takviye etti. Okudum, okudukça
büyük dersler aldım. Tekrar okudum. Şöyle güzel ve mukaddes bir vazifenin içinde
bulunduğumdan sevindim. Gözlerimi açtım, uzaklara doğru baktım. Yeşil yeşil
ekinlerin rüzgara mukavemet edemeyerek eğilmesi, bana, annemden gelen mektubu
selamlıyor gibi geldi. Hepsi benden tarafa doğru eğilip kalkıyordu ve beni, annemden
mektup geldi diyerek tebrik ediyorlardı.
Gözlerimi biraz sağa çevirdim güzel bir yamacın eteklerindeki muhteşem çam
ağaçları kendilerine mahsus bir seda ile beni tebşir ediyorlardı. Nazarlarımı sola
çevirdim cığıl cığıl akan dere, bana validemden gelen mektuptan dolayı gülüyor,
oynuyor, köpürüyordu... Başımı kaldırdım, gölgesinde istirahat ettiğim ağacın
yapraklarına baktım. Hepsi benim sevincime iştirak ettiğini, yaptıkları rakslarla
anlatmak istiyordu. Diğer bir dalına baktım, güzel bir bülbül, tatlı sedasile beni
teşhir ediyor ve hissiyatıma iştirak ettiğini ince gagalarını açarak göstermek
istiyordu.
İşte bu geçen dakikalar anında, hizmet eri:
-Efendim, çayınız, buyurunuz, içiniz, dedi.
-Pekala, dedim. Aldım baktım, sütlü çay...
-Mustafa bu sütü nereden aldın? dedim.
-Efendim, şu derenin kenarında yayıla yayıla giden sürü yok mu?
-Evet, dedim. Evet ne kadar güzel.
-İşte onun çobanından 10 paraya aldım.
Valideciğim, on paraya yüz dirhem süt, hem de su katılmamış. Koyundan şimdi
sağılmış, aldım ve içtim.
Fakat bu sırada düşünüyorum. Ben validemin sayesinde onun gönderdiği para ile
böyle süt içeyim de, annem içmesin, olur mu? Şevket neden içmiyor?
Fakat yukarıdaki bülbül bağırıyordu: "Validen kaderine küssün, ne yapalım. O
da erkek olsaydı, bu çiçeklerden koklayacak, bu sütten içecek, bu ekinlerin
secdelerini görecek ve derenin aheste akışını tetkik edecek ve çıkardığı sesleri
duyacak idi."
Şevket merak etmesin, o görür, belki de daha güzellerini görür.
Fakat valideciğim, sen yine müteessir olma. Ben seni, evet seni mutlaka buralara
getireceğim. Ve şu tabii manzarayı göstereceğim. Şevket, Hilmi de senin sayende
görecektir.
O güzel çayırın koyu yeşil bir tarafında, çamaşır yıkayan askerlerim saf saf
dizilmişler. Gayet güzel sesli biri ezan okuyordu.
Ey Allah'ım, bu ovada onun sesi be kadar güzeldi. Bülbül bile sustu, ekinler bile
hareketten kesildi, dere bile sesini çıkarmıyordu.
Herkes, her şey, bütün mevcudat onu, o mukaddes sesi dinliyordu. Ezan bitti. O dereden
ben de bir abdest aldım. Cemaat ile namazı kıldık. O güzel yeşil çayırların
üzerine diz çöktüm.
Bütün dünyanın dağdağa ve debdebelerini unuttum.
Ellerimi kaldırdım, gözlerimi yukarı diktim, ağzımı açtım ve dedim :
-Ey Türklerin Ulu Tanrısı! Ey şu öten kuşun, şu gezen ve meleyen koyunun, şu secde
eden yeşil ekin ve otların, şu heybetli dağların Halkı! Sen bütün bunları
Türklere verdin. Yine Türklerde bırak. Çünkü böyle güzel yerler, seni takdis eden
ve seni ulu tanıyan Türklere mahsustur.
"Ey benim Yarabbim! Şu kahraman askerlerin bütün dilekleri; ism-i celalini
İngilizlere ve Fransızlara tanıtmaktır. Sen bu şerefli dileği ihsan eyle, ve
huzurunda titreyerek, böyle güzel ve sakin bir yerde sana dua eden biz askerlerin
süngülerini keskin, düşmanlarını zaten kahrettin ya, bütün bütün mahveyle!"
Diyerek bir dua ettim ve kalktım. Artık benim kadar mes'ut, benim kadar mesrur bir kimse
tasavvur edilemezdi.
Dünyanın en güzel yerleri burası imiş. Yalnız bu memleketlerde düğün olmuyor.
İnşallah düşman asker çıkarır da, bizi de götürürler, bir düğün yaparız,
olmaz mı?
Kadir'e mektup yazdım.
Valideciğim, evdeki senet vesaireyi kimselere kat'iyyen vermeyin ve sorarlarsa biz
bilmiyoruz deyin.
Çantayı al, sandığa koy. Ben sana vaktiyle anlatmış idim., bu dünya böyledir.
Fakat sen merak etme. O parayı vermese, adliyedeki adam vermezdi. Hani nasıl aldık.
Yalnız zaman ister.
Valideciğim, çamaşır falan istemem, paralarım duruyor, Allah razı olsun.
Oğlun
Hasan Etem
4 Nisan 1331
(17 Nisan 1915) |
 |