Çanakkale Cephesi’nin deniz harekatı (Boğaz’ın
zorlanması), kuşkusuz sıradan bir askeri harekat, ya da muharebe olayı değildir.
Boğazlar, konumu ve tarihi önemi itibariyle, İstanbul Karadeniz kapısı, Çanakkale de
Ege Denizi kapısı olarak, geçmişte taşıdıkları ve çağımızda taşımakta
oldukları stratejik önem ve değer açısından daima birlikte mütalaa edilmiş ve
edilmektedir.
Her iki boğaz, klasik ve dar çerçevede sadece
Akdeniz’i Karadeniz’e, Avrupa’yı Asya’ya bağlayan su geçitleri ya da köprüler
değil, Akdeniz’in öteki önemli su geçitlerinden Cebelitarık ve Süveyş kanalı ile
de bütünleşerek, dünyanın büyük denizlerini (Atlas ve Hint okyanusu gibi) ve
büyük kıta kara parçalarını birbirine bağlayan, daha geniş anlamdaki jeopolitik
konumuyla, dünya siyaset ve iktisadiyatı üzerine olan etkilerini bu gün de
korumaktadır. Bu nedenlerledir ki, Türk Boğazları, uluslararası ilişkilere yön
vermede daima odak noktası olmuşlardır.
Gerçekten tarihin eski dönemlerinden beri ön
planda, Avrupa ve Asya ülkeleri arasında başlamış olan ekonomik, ticari ve siyasi
ilişkilerle, askeri hareketler, sürekli olarak Boğazlar bölgesinde cereyan etmiştir.
Başka bir deyişle Boğazlar, dünyanın diğer parçalarında pek görülmemiş ardı
arkası kesilmeyen mücadelelere sahne olmuştur.
Boğazların tarihin akışı içindeki stratejik
durumu ve jeopolitik konumuyla ilgili yukarıdaki kısa açıklamaların ışığı
altında, Çanakkale Muharebelerinin sonuçları üzerindeki değerlendirmeler, kuşkusuz
daha bir önem ve anlam taşıyacaktır. Böylesine bir değerlendirmenin daha gerçekçi
ve sağlıklı olabilmesi ise, büyük devletlerin Türk Boğazları üzerindeki ulusal
emellerine kısaca da olsa, bir göz atılmasını gerektirir.
Birinci Dünya Harbi öncesinin başlıca büyük
devletlerinden Almanya’nın, “Drang Nach Osten (doğuya doğru) politikası”,
Rusya’nın ılık denizlere ulaşma emelleri; İngiltere’nin, “denizlere egemen olan
dünyaya hakim olur” teorisine dayanarak, özellikle XIX. yüzyıldan bu yana
güttüğü Rusya’nın Akdeniz’e çıkmasını engelleme siyaseti, hep Türk
boğazlarında düğümlenmektedir.
Boğazların bu tartışma götürmez önemi
konusunda Napolyon “İstanbul bir anahtardır. Istanbul’a egemen olan dünyaya
hükmedecektir. Eğer Rusya, Çanakkale Boğazı’nı ele geçirecek olursa, Tulon,
Napoli ve Korfu kapılarına dayanmış olacaktır” [431) demekle, Fransa’nın
Boğazlar üzerindeki duyarlılığını açık seçik ortaya koymuş olmaktadır.
Rusya’nın görüşüyse, Genelkurmay Başkanı
Kropatki’nin bir raporunda; XX. yüzyılda Rusya’nın en önemli işinin, Istanbul
Boğazı’nı ele geçirmek olduğuna işaretle, Osmanlı Devleti’ni, Boğazı
Rusya’ya bırakmaya hazırlamalı ve Almanya ile anlaşma yapmalıdır” şeklinde
ifadesini bulmaktadır.
Büyük devletlerin Boğazlar üzerindeki kısaca
açıklanan bu emelleri, onları kendi aralarında da gizli birtakım mücadelelere
yöneltmiştir.
Nitekim, Rus Dışişleri Bakanı Sazanof, Çar
tarafından da onaylanan bir raporunda; “Boğazların güçlü bir devletin eline
geçmesi, tüm Güney Rusya’nın ekonomik hayatının, o devletin egemenliği altına
girmesidir” demekte ve bu durumun önlenmesi için, Istanbul’un alınmasını
önermektedir.
Öte yandan Kasım 1911’de Rusya’nın, Osmanlı
Hükümeti’ne Boğazlar üzerindeki istekleriyle ilgili bir notasından haberdar edilen
Ingiltere ve Fransa, Rus isteklerini reddetmişlerdir.
Keza Rusya’nın bu ve buna benzer çeşitli
tarihlerdeki yinelenen daha birçok istek ve baskılarının birbirini izlemesi, Osmanlı
Devleti’nin Birinci Dünya Savaşı’nda Merkez Devletleri safına kaymasında büyük
bir etken olmuştu.
Işte Boğazlar üzerindeki bu gizli çıkar
çatışmalarıdır ki, Ingiliz ve Fransızlar’ı Istanbul’u almaya ve Ruslar’dan
önce Karadeniz Boğazı’na el atmaya yöneltmiş ve Çanakkale Cephesi’nin
açılmasında başlıca etken olmuştur.Ruslara silah ve malzeme yardımı sorunuysa,
savaşın sadece görünüşteki nedenini oluşturmuştur.
Böylece büyük devletlerin Türk Boğazları
üzerindeki tarihi emellerini ortaya koyarken, bu devletlerden Ingiltere’nin bu cephenin
açılmasında birinci derecede aktif rol aldığını da belirtmek doğru olur.Nitekim
Ingiliz Donanma Bakanı Churchill, cephenin açılmasında büyük çaba göstermiş ve
etkili olmuştur.Gerçekten o, bu cephenin açılmasının baş mimari olmuş, Türklerin
askeri gücünü ciddiye almamış, olayı basit ve sadece “sınırlı bir cezalandırma
hareketi” olarak görmüştü. En güçlü ve modern silahlarla donatılmış
zırhlılarının Boğaz’da görünüvermesiyle, Türklerin direnmekten vazgeçeceğini
sanmıştı.
Kuşkusuz bu büyük bir yanılgıydı. Ingilizler,
Çanakkale’deki Türk savunmasını ve askerini sadece matematiksel ölçülere vurup,
onun yüksek manevi gücünü görmezlikten gelerek, büyük bir hesap hatasına
düştüler ve sonunda, önce denizde, sonra da karada hiç de beklemedikleri amansız
cevabı aldılar.Böylece onlar, zaferi Boğaz’da, Türk top ve mayınlarına, karada
Türk süngüsüne bırakarak çekilip gittiler.
Anlaşma Devletleri’nin Çanakkale serüveni bu suretle
noktalandıktan sonra, yukarıdaki açıklamaların ışığı altında, Türkiye ve
uluslararası politika ve diplomasi tarihi açısından ortaya koyduğu önemli
sonuçları da şöylece özetlemek mümkün olur.